24.2 - Duruşma İle İlgili AİHM Kararları
24.2 - Duruşma İle İlgili AİHM Kararları
Makul Süre: Raimondo - İtalya
Bu konudaki örneklerden birisi Raimondo davasıdır.
Bu davada Mahkeme mafya türü bir örgütle irtibatlı olduğundan şüphelenilen bir kişinin malvarlığına el konulması konusunu incelemiş ve konunun orantılılık yönünü ele alırken şu değerlendirmeyi yapmıştır: "Mahkeme, İtalya Devletinin Mafyayla mücadelesinde karşılaştığı güçlüklerin tümüyle farkındadır. Başta uyuşturucu madde kaçakçılığı olmak üzere kanundışı faaliyetleri ve uluslararası bağlantıları neticesinde bu "örgüt" devasa boyutlarda kazanç elde etmekte ve bunları gayrimenkul sektörünün de dâhil olduğu birçok alana yatırmaktadır. Şüphelenilen sermaye unsurlarının böylesi hareketlerini engellemek amacına yönelen müsadere, bu hastalıkla mücadelede etkili ve gerekli bir silah konumundadır. Bu sebeple mevcut olayda müsadere hedeflenen sonuçla orantılı bir görünüm arz etmektedir ve müsadereyle ilgili ek kısıtlamalar getirilmemiş olması bu yönü güçlendirmektedir."
Makul Süre: Kosti Ve Diğerleri - Türkiye
Ceza muhakemesinin makul bir süde zarfında sonuçlandırılması gerekir. Kosti davasında5216 ve 18 yaşlarında olan başvuru sahipleri, çeşitli kamu binalarına Molotof kokteylleri atılması olaylarına katıldıkları şüphesiyle tevkif edilmiş ve tutuklanmıştır.
Başvuru sahipleri, cezai kovuşturma süresinin, Madde 6 § 1 kapsamındaki "makul süre" şartını aştığı yolunda şikâyette bulunmuşlardır.
Mahkeme, incelenen dönemin iki ayrı derecedeki mahkemede iki yıl yedi ay sürdüğünü belirlemiştir. Mahkeme, kovuşturmanın toplam süresini inceledikten sonra ve dosyanın biraz karmaşık olduğunu, zanlıların sayısını ve davanın iki ayrı seviyedeki yargı organı tarafından incelendiğini dikkate alarak bu davadaki kovuşturmanın sürecinin, birinci derecedeki mahkemenin zanlılardan bazılarının yaşlarının belirlenmesine kadar bazı duruşmaları ertelemiş olması nedeniyle biraz uzamış olmasına karşın aşırı olmadığı sonucuna varmıştır. Mahkeme, bu bağlamda Madde 6§ 1'nin yargılamanın hızlı bir şekilde yürütülmesini gerektirdiğini ancak aynı zamanda yargının uygun yönetimine ilişkin daha genel ilkeye vurgu yaptığını tekrar belirtmiştir. Mahkeme, ayrıca temyiz aşamasında önemli bir gecikme meydana gelmediğini belirlemiştir. Dava dosyasına ilişkin özel şartları dikkate alan Mahkeme, Sözleşme'nin 6 § .1 maddesinde belirtilen "makul süre" şartına bu davada uyulduğunu belirlemiştir. Mahkeme, bu nedenle yargılamanın süresi açısından Madde 6 § 1'in ihlâl edilmediği yönünde karar vermiştir.
Delillerin İkamesi: Donohoe - İrlanda 2.12.2013
Donohoe'nin İrlanda'ya karşı 2.12.2013'de açtığı davada Mahkeme, savunmanın yargılamadan önce mahkemeye sunulan bütün kanıtlara erişememiş olmasına karşın adil bir duruşma yapılması konusundaki 6 ıncı maddenin ihlâl edilmediğini belirlemiştir.
Bu dava, Bay Donohoe'nin IRA üyesi olma nedeniyle İrlanda'da Özel Ceza Mahkemesi ('SCC') tarafından yargılanması ve hakkında mahkûmiyet kararı verilmesinin adil olup olmadığı ile ilgiliydi. Mahkûm edilmesi, başka hususlar yanı sıra kendi kanısına göre Bay Donohoe'nin IRA üyesi olduğu yolunda ifade veren İrlanda emniyetindeki bir Başkomiser tarafından verilen kanıta dayanıyordu. Başkomiser, bu kanının kaynaklarını belirtmesi istendiğinde bunu ifşa etmenin, insan yaşamını ve Devlet güvenliğini tehlikeye düşüreceğini belirterek ayrıcalık talep etti. SCC, Başkomisere kanısına temel oluşturan bütün belge niteliğindeki kaynakları sunması için talimat verdi ve kanısının güvenilirliği konusunda karara varmak için bu dosyaları inceledi. Ne iddia makamı ne de savunma, bu gizli belgeleri göremedi.
Bay Donohoe, belgelerin ifşa edilmemesinin kendi savunma haklarını ciddi bir şekilde kısıtlaması nedeniyle yargılanmasının adil bir şekilde gerçekleşmemesine neden olduğu konusunda şikâyette bulundu.
Mahkeme, P.K.'nın kaynaklarının ifşa edilmemesinin adil olup olmadığının değerlendirilmesi için üç sorunun yanıtlanması gerektiğini belirtmiştir. Bunlardan ilki P.K.'nın ayrıcalık talebinin kabul edilmesinin gerekli olup olmadığıydı. Mahkeme, belirtilen gerekçelerin (insan yaşamının korunması yani IRA ve Devlet güvenlik güçlerinin misilleme yapabileceği kişiler yanı sıra etkin kovuşturma) zorunlu olduğu ve kanıtlandığını ve bu nedenle ifşa etmemenin gerekli olduğunu belirlemiştir.
İkinci soru, ifşa edilmemiş olan kanıtların mahkûmiyet kararı için yegâne veya belirleyici unsur olup olmadığıydı. Mahkeme, durumun böyle olmadığını belirlemiş ve yargılamayı yapan mahkemenin iddia makamının gösterdiği 50'den fazla tanığı dinlediğini ve bulunan suçlayıcı objeler dâhil olmak üzere iddia makamı tarafından sunulan başka önemli kanıtlar bulunduğunu kaydetmiştir. Yargılamayı yapan mahkemenin, sanığın kendisine karşı yöneltilen suçlamalarla açık bir şekilde bağlantılı olan bütün soruları yanıtlamamasından böyle bir sonuca varmakta haklı olduğunu bildirmiştir.
Üçüncü soru ise PK'nın ayrıcalık talebinin kabul edilmesi sonucunda Bay Donohoe'nin savunmasının karşılaştığı dezavantajın dengelenmesi için yargılama sırasında yeterli güvenceler olup olmadığıydı. Mahkeme, yargılamayı yapan mahkemenin, savunma hakları konusunda bazı tedbirler aldığını belirtmiştir. İlk olarak SCC'nin, PK'nın kanısının yeterliliği ve güvenilirliğini test etmek amacıyla PK'nın kanısına temel oluşturan belgeleri incelemiş olması nedeniyle ifşa etmeme meselesi hakkında adli denetim yapılmıştı. Mahkeme, PK'nın Bay Donohoe'nin IRA üyesi olduğu görüşüne meşru bir şekilde varmak için gerekli yeterli ve güvenilir bilgilere sahip olduğunu belirledi. Ayrıca SCC, açıklanmamış olan dosyalarda Bay Donohoe'nin savunmasına yardımcı olabilecek hiçbir şey bulunmadığını teyit etti. Bay Donohoe, yargılamayı yapan hâkimlerin değerlendirmelerinden kuşku duymuş olsaydı temyiz mahkemesinden, hâkimlerin vardıkları sonucu kontrol etmelerini isteyebilirdi. SCC, ayrıca Bay Donohoe hakkında sadece PK'nın sunduğu kanıtlara dayalı olarak mahkûmiyet kararı vermeyeceğini ve bunların başka kanıtlarla doğrulanmasını isteyeceğini teyit etmiştir. Mahkeme, Bay Donohoe'ye usul hakkında bilgi vererek bu konuda ayrıntılı sunumlar yapmasına imkân tanımıştı. Mahkeme, ayrıca 'kanıya' dayalı kanıtların kabul edilmesine imkân veren yasaların, bunların sadece yüksek düzeyli bir polis memuru tarafından verilebilmesini ve bunun mahkeme tarafından bir gerçek olarak değil de bir kanı olarak değerlendirilmesini öngördüğünü belirtmiştir. Son olarak savunma, buna rağmen yargılamayı yapan mahkemenin, Başkomiserin tutumunu, güvenilirliğini ve sunduğu kanıtların güvenilirliğini değerlendirebilmesi için örneğin kaynaklarının niteliği, muhbirleri tanıyıp tanımadığı veya şahsen temas içinde olup olmadığı ve istihbarat toplanması konusundaki deneyimi gibi Başkomisere çeşitli şekillerde sorular yöneltebilirdi.
Mahkeme, yargılamayı yapan mahkemenin insan yaşamının ve Devlet güvenliğinin korunması gibi meşru bir amaçla kaynakların açıklanmamasını onaylamış olması, mahkûmiyet kararının PK'nın kanısını teyit eden ilave kanıtların desteği ile verilmiş olması ve PK'nın kaynaklarının açıklanmamasının yargılamanın adil olmasına zarar vermemesinin sağlanması için yargılanma sırasında çeşitli güvencelerin sağlanmış olması nedeniyle bir ihlâl olmadığını belirlemiştir. Bu nedenle PK'nın kanısı dışındaki kanıtların önemini ve ayrıca çeşitli dengeleyici güvenceleri dikkate alan Mahkeme, PK'nın kaynaklarının açıklanmamasının Bay Donohoe'nin adil bir şekilde yargılanmamasına neden olmadığını belirlemiştir.
Bu Daire kararı oybirliği ile alınmış olmasına karşın nihai karar değildir. Herhangi bir taraf, 3 ay içinde dava dosyasının Mahkeme'nin Büyük Dairesi'ne havale edilmesi için talepte bulunabilir.
Gizli Tanık: Doorson-Hollanda
Doorson-Hollanda davasında mahkeme, kararında anonim (gizli) tanıkların ifadesine dayanarak verilen mahkûmiyet kararında sözleşmenin 6. Maddesine yönelik bir ihlâl görmemiştir. Mahkeme, sözleşmenin 6. maddesinin bu davada soruşturma aşamasında ismi gizlenen tanığın çıkarlarının korunmasını zorunlu kılmasa da 8. maddesi, onların çıkarları kadar hayatları, özgürlükleri veya güvenliklerini korumaktadır. Mahkemeye göre, bu nedenle ceza mahkemesinde zıt menfaatler arasında bir denge sağlanmalıdır. Adil yargılama ilkesi, sanığın çıkarlarının ona karşı ifade veren tanığın çıkarları ile dengelenmesini zorunlu kılmaktadır. Mahkeme, tanığın kimliğini bilen sorgu hâkimi tarafından sorgulandığını, sanık müdafiine tanığın kimliği dışında soru sorabilme imkânının verildiğini ve sanığın mahkûmiyetinin sadece veya büyük oranda ismi gizlenen tanıktan elde edilen delillere dayandırılmamasını gerekçe göstererek bu delilin kullanılmasını sözleşmenin ihlâli olarak görmemiştir.
Gizli Tanık: S.N. - İsveç
S.N/İsveç davasında, AİHM, mağdurun hazırlık soruşturmasında ki ifadesine dayanılarak verilen mahkûmiyet kararında sözleşmeye yönelik bir ihlâl görmemiştir.
Mahkemeye göre sanığa, iddia tanıklarının ifadelerine karşı koymak ve bizzat soru yöneltmek olanağı verilmelidir. Bununla birlikte AİHS'nin 6. maddesi sanığa iddia tanıklarının mahkemede hazır bulunması yönünde sınırsız bir hak bahşetmemektedir. Cinsel suç nedeniyle yapılan muhakeme, bir çocuk söz konusu olduğunda mağdur açısından büyük bir baskı oluşturmaktadır. Sanığın savunma haklarının etkili olarak kullanılmasına aykırı düşmediği sürece sözleşmenin 6/3. maddesinin d bendinde sanığa veya onun müdafiine, tanığa kişisel olarak soru sorabilecekleri yönünde bir sonuç çıkarılamaz. Mevcut olayda sanık ve müdafiine, polis memuru aracılığı ile tanığa soru sordurmaları sözleşmenin ihlâli olarak yorumlanmamıştır.
Gizli Tanık: Battal Can - Belçika
Battal Can/Belçika davasında Mahkeme, sanık ve müdafiine anonim tanıklar A ve B yi gerçekten sorgulayabilme veya sorgulatabilme fırsatını verilmemiş olduğunu tespit ederek bu durumu AİHS nin 6. Maddesini ihlâl ettiğini ileri sürmüş ise de, delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin kurallar ile delillerin değerlendirilmesinin iç hukukun meselesi ve görevinde, milli mahkemelere ait olduğunu AİHM'nin görevinin tanık ifadelerinin uygun bir şekilde delil sayılıp sayılmadığına değil, delillerin toplanması da dâhil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığına bakmak olduğunu belirtmiş ve bazen tanıkların emniyetini sağlamak için ifadenin duruşmada tekrarlanması yerine, soruşturma aşamasında verilmiş beyanları kullanma ihiyacının baş gösterdiğinin ancak bu durumda mahkûmiyet kararının tamamen veya belirleyici ölçüde bu tanık ifadelerine dayanamayacağını kabul etmiştir.
Gizli Tanık: Kostovski/Hollanda ve Ludi/İsvicre
Kostovski/Hollanda ve Ludi/İsviçre davalarında da, mahkeme benzer şekilde gizli tanık uygulamasının savunma hakkını zedelememesi gerektiğini sözleşmenin
6. maddesinin 1 ve 3 d bendindeki hükümlerin sanığa kendi aleyhine ifade veren tanığa soru sorabilmesi için yeterli ve uygun fırsat verilmesini gerekli kıldığını, aksi uygulamada, soru soracağı kişinin kimliğini bilmeyen sanığın, tanık hakkında ön yargılı düşmanca ve güvenilmez olduğunu gösterme, ispat etme imkânından mahrum edileceğini tespit ederek, mahkûmiyet kararlarının sadece gizli tanık ifadelerine dayanılmış olmasını İHAS'nin 6/1 ve 6/3 maddesinin d bendi hükümlerinin ihlâli edeceğini kabul etmiştir.
AİHM içtihatlarının irdelenmesinden genel olarak şu ilkeler çıkarılabilmektedir;
Tüm delillerin tartışma ortamını hazırlayacak şekilde sanığın mevcut bulunduğu aleni bir duruşmada ileri sürülmesi prensip olarak doğrudur. Ancak bu ilke, tanık beyanının delil sayılabilmesi için, tanığın mutlaka mahkemede aleni duruşmada dinlenmesi zorunluluğunu ortaya çıkarmamaktadır. Savunmanın haklarına saygı gösterildiği sürece duruşma öncesi safhalarda alınmış olan tanık ifadelerinin delil olarak kullanılması, sözleşmeye tek başına aykırılık oluşturmamaktadır. Tanığın, sanıktan gelecek misillemelerden korunması için yeterli sebep mevcut ise, tanığın kimliğinin gizli tutulması da mümkündür. Tanığın isminin gizlenmesi önemli olmayıp, asıl önemli olan muhakemenin bir bütün olarak adil olmasıdır. Mahkûmiyet kararı sadece kimliği açıklanmayan tanığın ifadesine dayandırılamayacağı gibi, bu ifade ağırlıklı rol oynayan bir delil konumunda da olmamalıdır. Savunma hakkınna riayet etmek koşuluyla güvenliği nedeni ile kimliği gizli tutulan tanğın, sanık hazır bulunmadan dinlenmesi veya verdiği ifadenin duruşmaya sonradan 3. bir kişi tarafından aktarılması da mümkündür.
Mahkemeye göre, bir tanığın ifadesinin delil olarak kabul edilmesi için, bu ifadenin her zaman mahkemede verilmesi gerekmediği, bu yüzden de tanık tarafından önceden kolluğa veya adli makamlara verilen ifadelerin duruşmada delil olarak kullanılmasının kesin olarak reddedilemeyeceği kabul edilmiştir. Ancak açık celse dışında verilen bu ifadeler, ancak savunma için özellikle bir safhada tanığın ve ifadesinin inanılırlığını ve güvenilirliğini sorgulama fırsatını teminat altına alan telafi edici önlemler sağlandığı takdirde ve başka şartlar karşılanırsa delil olarak kullanılabilirler.
Her gizli tanığın can güvenliğine yönelik tehditin yoğunluğu ve yakınlığı aynı derecede olmayabilir. Sanığın veya müdafinin, gizli tanığa sırf doğrudan soru sormasının sağlanması bile dosyadaki olgular, deliller ve terör örgütünün sistematik uygulaması karşısında, hayatı, somut ve yakın tehlike altındaki gizli tanığın can güvenliğini kaçınılmaz şekilde tehdit ediyorsa, muhakeme faaliyetine katılan sujeler arasında birbiri ile çatışan yararların orantılı dengelenmesi olarak görülen ceza muhakemesi kuralları bu dengeyi nasıl sağlayacaktır?
Yukarıda anlatılan prensipler ışığında, suçların hiçbir sınırlamaya tabi olmayan bir biçimde aydınlatılması çok sayıda toplumsal ve kişisel değerin ihlâlini de beraberinde getirmesi nedeni ile nasıl ki gerçeğin araştırılması ceza muhakemesinde mutlak bir değer olarak görülmemekteyse, sanık haklarının sınırsızlığını kabul etmek ve her somut olayın özelliğine göre, hayatı ve vücut bütünlüğü yakın ve somut tehlike altındaki tanığa doğrudan soru sorma hakkını da mutlak bir değer olarak görmek mümkün olmamalıdır. Nitekim AİHM, silahların eşitliği ilkesine uyulup uyulmadığını denetlerken her somut olayı ayrı ayrı ele alarak ve muhakeme etmekte, şikâyet konusu eşitsizliğin muhakemeyi gerçekten adaletsiz kılıp kılmadığına bakmaktadır. Savunma hakkına bir sınırlama getiriliyor ise, bunun tahammül edilemez bir derecede olup olmadığını irdelemektedir.
Orantılılık prensibi gereği sanığın iddia tanıklarına soru yöneltebilmesi için ölçülü uygun ve yeterli bir fırsatın verilip verilmediğini araştırmaktadır.
Kimi zaman dolaylı soru yöneltmenin bile başlı başına ihlâl anlamına gelmediğini kabul etmiştir. Mahkeme'nin yaklaşımı, genel olarak olaya göre bir tartışma ve olayın koşullarının değerlendirilmesi esasına dayanmaktadır. Savunmanın, tanığı sorgulama hakkı açısından davanın değerlendirilmesinde, bir taraf için yapılan sınırlandırılmadan doğan zarar, sınırlandırma nedenleri ile karşılaştırılır, sanığın, tanığı sorgulama hakkı ne kadar sınırlanıyorsa sınırlamanın nedenleri de o denli önemli olmalıdır.