12.11. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Tutuklulukla İlgili Bazı Kararları
12.11. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Tutuklulukla İlgili Bazı Kararları
12.11.1. Uzun Süren Tutukluluk
Tutukluluk durumunun uzun sürmesi durumunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, 5/3 ve 5/4 ihlâli iddiası ile bireysel başvuru yapılabilir. Ancak bu başvurunun kişinin serbest kalmasından itibaren altı ay içinde yapılması gerekir; diğer bir ifade ile hükmün kesinleşmesi ve iç hukuk yollarının tüketilmesinin beklenmesi, bireysel başvuru süresinin kaçırılmasına neden olur ve başvuru red edilir (Şeyhmus Uğur - Türkiye 19.10.2010). '
Genel olarak Mahkeme hüküm öncesi tutukluluk için 5 yıllık bir azamî süre tespit etmiştir. Çok karmaşık terör davalarında bu sürenin uzatılmasına izin vermiş ancak ilgilinin ciddi örgütlü suçlar ve uyuşturucu kaçakçılığıyla suçlandığı Adamiak davasında, 5 yıla varan tutukluluk süresinin Sözleşmeyi ihlâl ettiğine karar vermiştir (Adamiak - Polonya, 19.12.2006).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İHAS 6'yı uygulayarak, 1,5 yıl, 3,5 yıl süren tutukluluk durumlarını makul görmüştür. Herkesin makul süre içinde yargılanma hakkından (İHAS 6/1) başka, tutuğun makul süre içinde yargılanma hakkı vardır (İHAS 5/3; Any. 19/7).
Bu hak ilk mahkemenin son karar vermesine kadarki tutukluk süresinin, her dâvanın verilerine göre makul (haklı) sınırlar ötesinde devam ettirilmemesini gerektirir Keza tutuğun mahkemeye başvurularak kısa bir sürede tutukluğunun kanuna uygunluğu konusunda karar verilmesini ve kanunsuz ise salıverilmesini isteme hakkı vardır (İHAS 5/4). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de tutukluk süresinin kanun veya hâkim tarafından tesbitini tavsiye etmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Wemhoff-Almanya Kararında tutukluk hâlinin devamına karar verilirken gözönünde tutulması gereken bazı kriterler belirlemiştir. Bunlardan biri tutukluluk süresinin gerçek uzunluğu kriteridir. Tutukluluk süresinin uzunluğu araştırılırken suçun niteliği, mahkûmiyet hâlinde hükmedilmesi beklenen ceza ve bu cezanın infazından tutukluluk süresinin mahsubunu sağlayan hükümler gözönünde bulundurulmalıdır.
Suçsuzluk karinesine aykırı düşmemek için tutukluluk süresi, mahkûmiyet hâlinde verilmesi beklenen ceza süresine çok yaklaşmamalıdır.
Tutuklunun güvence ile salıvermeyi talep edip etmediği, yargılamanın ecikmesinde etkili olup olmadığı bir başka kriterdir.
Tutukluluk süresinin hesabında yargılama konusu olayın özellikleri de dikkate alınmalıdır. Olayın karmaşıklığı, tanıkların ve suç ortaklarının sayısı, yurt dışından delil elde edilme ihtiyacı gibi soruşturma ve kovuşturmayı uzatan hususlar da gözönünde bulundurulmalıdır.
Bu sürenin makul olup olmadığı tespit edilirken soruşturma makamlarının davranış biçimleri, kovuşturma makamlarının salıverilme taleplerini değerlendirme biçimleri de gözönünde bulundurulmalıdır.
Meselâ Böke ve Kandemir, suç örgütü kurmak suçlaması ile 14.2.2001 tarihinde yakalanmış, haklarında mahkûmiyet kararı verilmiş ve tutuklu kaldıkları süre nazara alınarak, 14.5.2002 tarihinde serbest bırakılmışlardır. AİHM bu davada İzmir DGM nin her duruşmada tutukluluk durumunu değerlendirmiş olmasını, suçun ağırlığını ve davanın karmaşıklığını nazara alarak 15 ay süren tutukluluk durumunun uzun sayılmayacağına karar vermiştir (AİHM 10.3.2009, Böke ve Kandemir - Türkiye). AİHM tarafından yapılan değerlendirmede, tutukluluk durumunun devam etmesi kararı verilirken "etkin bir denetim" yapılması ve giderim sağlayan bir yol bulunmaması (lack of any compansatory remedy) Türkiye'nin karşılaştığı "sistematik bir problem" olarak nitelendirilmiştir.
Bu konuya ilişkin olarak mahkemenin önünde karar verilmesini bekleyen 300 kadar başvuru vardır.
Sorun sudur: yargılama makamları tutukluluk durumunun devam etmesine karar verirken yeterli gerekçe göstermemekte, kalıplaşmış ifadeler kullanmaktadırlar.
Diğer bir konu, tutukluluğun devamı konusunda savcının görüşü alınması, fakat bu görüşün müdafaaya bildirilmemesi noktasında toplanmaktadır. Tutukluluk durumunun devamı kararının verildiği oturum, vicahi olarak yapılmamakta, dosya üzerinden karar verilmektedir. Bu iki nokta (silahlarda eşitlik ve dosya üzerinden karar verilmesi), Sözleşmenin 5/4 maddesini ihlâli eder: itirazı düzenleyen CMK 270, itiraz konusunda C. savcısının görüşünün müdafie bildirilmesini öngören bir düzenleme içermemektedir. Yasanın bu noksanı 5/4 ihlâli olarak değerlendirilmiştir (Altınok - Türkiye, 29. 11. 2011).
Ancak CMK'nın 108. maddesinde 11.03.2013 tarih ve 6459 sayılı Kanunun 16. maddesi ile yapılan değişiklikle, tutukluluğun incelenmesinde 100. madde hükümlerinin göz önünde bulundurulacağı, şüpheli ve müdafi dinlenilmek suretiyle karar verileceği yönünde düzenleme yapılmıştır.
Tutukluluk durumunun devamına karar verildiği hâllerde, CMK "2014-6545" 141, etkin bir başvuru imkânı öngörmemekte, tazminat istemi için bir hak vermemektedir. 2014 değişikliği doğrultusunda hâkimkararları veya C. savcısı işlemleri nedeniyle tazminat davası Devlete karşı açılacak ve Devlet ilgiliye bir sene içinde rücu edecektir. Ayrıca tazminat davası ancak ilk derece mahkemesinin hükmü kesinleştikten sonra açılabildiği, dava görülmekte iken tazminat talep edilemeyeceği için CMK 141 de etkin bir başvuru yolu olarak kabul edilmemiş ve Türkiye'nin Sözleşmenin 5/5 maddesini ihlâl ettiğine karar verilmiştir (Altınok - Türkiye, 29.11.2011). 2014-6545 sayılı Kanun ile değişin madde uyarınca hâkim ve savcılar aleyhindeki tazminat davaları Devlete karşı açılmaktadır.
Sistemde; "ceza muhakemesinin veya tutukluluk durumunun uzunluğundan şikâyet etme yolunu açan" bir kanun yolu mevcut bulunmaması, Sözleşmenin 13 üncü maddesine de aykırı görülmüştür (Seyhmus - Türkiye, 19.10.2010).
Bu nedenle esas mahkemesinin verdiği mahkûmiyet hükmünden sonraki kanunyolu aşamasındaki tutukluluk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, Kudlu - Polonya (§ 156), Tendik - Türkiye (§ 34-39), Tunce - Türkiye (§ 33-38) kararlarındaki içtihadından da yararlanarak Kanun ile tekrar ve ayrıntılı olarak düzenlenmelidir.
12.11.2. Tutuklunun Dış Âlemle Temasının Kesilmesi Hakkında AİHM Kararları
Kişinin güvenlik, disiplin veya koruma amaçlı olarak tecrit edilmesi ve bu esnada diğer mahpuslarla irtibatının sınırlandırılması hatta tamamen kısıtlanması tek başına 3. Maddenin ihlâlini teşkil etmez. Somut bir olayda ihlâl olup olmadığı hususu, duyu organlarının tecrit seviyesine, sosyal tecridin seviyesine ve amaca bakılarak belirlenir. Her ikisi de ciddi mafya suçlarından hüküm giymiş olan Messina
ve Bastone davalarında, Mahkeme, bu kişilerin cezaevi dışındaki Mafya unsurlarıyla yeniden irtibat kurmalarının önüne geçmeyi hedefleyen güvenlik gerekçeleriyle sırasıyla 4,5 ve 6 sene tecritte tutulmalarını hukuka uygun bulmuştur.
12.11.3. Tutukluluk Rejimi İle İlgili AİHM Kararları
Sözleşmenin 8'inci maddesi, ulusal güvenlik, kamu emniyeti ile kargaşa ve suçun önlenmesi gibi sebeplerle müdahâlenin gerekli olduğu hâller dışında özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını korumaktadır. Kişinin hapsedilmesi ve ailesinden ayrılması kendi başına özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının bir ihlâlini teşkil etmemekle birlikte, mahpusların ziyaretlerine veya iletişimlerine getirilecek aşırı katı sınırlamalar ihlâl oluşturabilir.
Başvurucunun ciddi mafya suçlarından hapis yattığı Messina davasında , Mahkeme uygun bir dengenin kurulmuş olduğunu ortaya koymuştur: Bu değerlendirmeler ışığında Mahkemenin, Başvurucunun söz konusu sürenin tamamında özel bir infaz rejimine tabi tutulmasının gerekliliği konusunda şüphesi yoktur. Ayrıca Mahkeme, başvurucunun tabi tutulduğu özel infaz rejimi dönemi boyunca bütün aile ziyaretlerinin kısıtlanmadığını kaydetmiştir. Bu durum, İtalyan makamlarının mümkün olduğu kadar başvurucunun yakın aile bireyleriyle ilişkisini sürdürmesine yardımcı olmak istediklerini ve böylece başvurucunun hakları ile özel infaz rejimi arasında adil bir denge kurmaya çalıştıklarını göstermektedir. Bu değerlendirmeler ışığında Mahkeme, başvurucunun aile hayatına saygı hakkına getirilen kısıtlamaların, demokratik bir toplumda kamu düzeninin korunması ile kargaşa ve suçun önlenmesi için gerekli olandan daha fazla bir müdahâle oluşturmadığını kabul etmiştir. Bu sebeple, Sözleşme'nin 8'inci maddesinin 2'inci fıkrası ihlâl edilmemiştir.